MESUT UÇAKAN YAZILARI

  • ONU ANLAMAK HAMASETLE OLMAZ / Star Gazetesi Necip Fazıl Özel Eki

    ONU ANLAMAK HAMASETLE OLMAZ

    Mesut Uçakan

    Üstad Necip Fazıl, kelimenin tam anlamıyla toplumsal planda misli zor bulunan bir sanat adamıdır; bir fikir, bir kültür, bir toplum savaşçısıdır… Ferdi planda ise, çok az kişinin anlayabileceği bir hakikat arayıcısı… Batılıların üstün insan dedikleri formatta bir beyin... Onun eserleriyle yoğrulmuş biri olarak onu daha da yüceltebilirim. Rahmet nazarıyla bakıldığında kutsanacak yönlerinin çok olduğuna inanıyorum. Tabii, buradaki kutsamak kavramından onun Allah Azze ve Celle’ye yakın olması ve bu milleti Yaradan’a yakın kılmak için verdiği çabayı ifade ettiğimizi göz ardı etmemek kaydıyla… Ne var ki bu tür kutsamalarda dengeyi bulmak gerekiyor. Aksi takdirde onu zihinlerinde tanrılaştırmak kaçınılmazdır. Ne yazık ki onu tanrılaştıran kişi yada kişiler var ve onun mirasının, toplumsal planda gereken değeri bulmasına en büyük engel de bence bu! Kişi, zihninde onu ulaşılmaz bir yere oturtunca, ona uzanmak isteyen her sanat adamını seviyesiz, eserine uzanan her teşebbüsü istismar olarak görme hastalığına yakalanıyor. Bu hastalık, aslında, kendi seviyesizliğinin bir dışavurumundan, kendini Üstad gibi görme psikozundan başka bir şey değil. Ya da kıskanma kompleksinin yansıması da denebilir… Bunu göremiyor. Birilerini ulaşılmaz bulmak ne yazık ki pek çok siyaset adamı, cemiyet adamı için de söz konusu. Diyelim ki böyle ulaşılmaz görülen bir kişiliği anlatıyorsunuz, kolaysa o muhterem ve muhteşem şahsın küçük bir hatasını veya yanlışını gösterin; onu kutsayanların gözünde tanrıya küfretmiş gibi olursunuz. Oysa, o hatalar ve yanlışlar onun büyük bir insan olmasının ana sebeplerinden biri. Bu hasta zihniyetin, iyileşmek için başta kabul etmeleri gereken en büyük gerçek, Üstad’ın da nihayet bir insan olduğunu kabullenmek… Ama, bunu, mantık planında değil, duygusal planda başarmak… Zor olan bu. Şüphesiz, her insan gibi Üstad karakterinin de yaratılış sırrı gereği çeşitli kontrastlar var. Beyazdan griye, griden siyaha siyah beyazın her tonunu içinde taşıyor. Bir başka açıdan, renklerin her tonunu içinde barındırıyor. Onu anlatırken, bütün tonlarıyla anlatmak sadece estetiğin değil, insanî ve İslâmî bir tavrın da gereği. Bundan korkmanın ne anlamı var!.. Üstad gibi, yazdıklarıyla ve verdiği mücadelelerle bir toplumu yoğurmayı başarmış emsalsiz bir gücü, bu komik korkularımızla mı koruyacağız? Onu korumaya kalkışmak demek, “Benim o kadar büyük bir gücü koruyacak daha büyük bir gücüm var!” demektir! Kendini o gücün üstünde görmek demektir! En hafifinden kendini de onun gibi bir Üstad olarak görmek demektir!.. Bu patolojik bir tavırdır. Açık ve seçik hastalıklı bir ruh halidir. Böyle düşünmeye, böyle davranmaya, Üstad’ı kendi zihninde dondurmaya kimsenin hakkı yok!.. Elbette Üstad artık bu toplumun malı, toplumun hazinesi, topluma mahsus bir ışık kaynağı... Ve toplumumuz bugün bu hazineye, bu kaynağa her zamankinden daha muhtaç! Ama heyhat!.. Durum tam dersi… Yazdığı yazılar, verdiği eserler, bilhassa tiyatroda sahnelenerek, sinemada, televizyonda uyarlanarak toplumun üzerine gürül gürül akmalıyken, içi boşaltılmış günümüz gençliğine, nefesi dolu dolu üflenmeliyken, onu koruyorum diyen zihniyet, onu yeni nesle ulaştırmak için çırpınan çabalara ket vuruyor, hemen seviyesiz, istismarcı yaftası yapıştırıyor! Oysa bu, onu korumak değil, farkında olmasalar da ona ihanettir!.. Onu seviyorum sanarak, kucağında sıkıp öldürmektir! Artık bu zihniyetle mücadele edilmelidir!.. Üstad’ın, hayatının ve eserlerinin sahnelemesine, filmlere, dizilere taşımasına hoşgörüyle bakılmalı, sıcak yaklaşılmalı, destek verilmeli. Bunu yapmadığımız müddetçe vebaldeyiz. İnanın, şu akıp giden “zaman gerçeği”, kötü ve seviyesiz uyarlamaları eleyecek ve Üstad’a yaraşır olanları bırakacaktır. Maalesef hâlâ Üstad’ı hamaset noktasında tutuyoruz. Bunu bırakalım artık. Herkesin sanatında, eserinde, onu ve eserlerini konu edinmesinin, gerçekçi ya da esinlenmeye dayalı bir üslupla serbestçe uyarlamasının önü açılmalı. Sonunda kimi yetersiz ürünler çıksa da, iyi ve mükemmel ürünler de çıkacaktır. Bu da Üstad’a uzak durulmasından, hayatının ve eserlerinin hiç anlatılmamasından çok daha iyidir. “Reis Bey” filmini hatırlamayan var mı?.. Şu ana kadar aldığım en büyük övgüler ondan geldi. Ya “Para”, “Siyah Pelerinli Adam’, “Mukaddes Emanetler” isimli piyeslerin sinemaya ve televizyona uyarlanmış versiyonları?.. Görmeyi bırakın bunların filme ve televizyona uyarlandığını kaç kişi biliyor? Üstad’dan korkmaya gerek yok. Milleti bu konularda korkutmaya da gerek yok. Her nesil kendi diliyle gelir. Her yeni nesil Üstad gibi bir hazineyi Üstad’ın yaşadığı dönemin diliyle değil kendi diliyle okumak, anlamak, yorumlamak, paylaşmak ister. Günümüz neslinin dili yalın ve gerçekçidir. Bu dili belli kalıplarda dondurduğumuz zaman, hem bu gençliğe, hem de Üstad’a ihanet etmiş oluruz. Diyelim ki, “Para” piyesinde bir perdede kahramanlarımız köşkte konuşurken Mavi Tül Barı’nda geçen bir olaydan söz ediliyor. “Para” piyesini bir filme veya diziye uyarlarken Mavi Tül Barı’nı gerçek mekanda çekmek ve onun için senaryoya ayrı bir sahne koymak, film veya dizinin olmazsa olmazıdır. Bunu kabullenmemek ve piyesteki gibi laf olarak kalsın demek uyarlama dilini dondurmaktır ve sinemasal açıdan külliyen bir cehalet örneğidir. İşte onu koruma hastalığı budur ve asla Üstad’a sadık kalma çabası değildir. Aksine ihanete giden bir çabadır. Başta Üstad yaşamış olsa onun kabul edemeyeceği bir durumdur. Sadece sinema ve dizi sektöründen söz etmiyorum. Üstad mevzuunda tiyatro için de aynı sıkıntılar söz konusu. Her iki sektörde de Üstad’a olan ilgisizlikten, uzaklıktan, kahrolmamak mümkün değil. Hasılı, şurayı bir daha tekrar edelim ki, Üstad’ın hayatının ve eserlerinin hayata geçirilmesi konusundaki zihnimizde yer alan bu korkular, bu engeller, bu setler, Üstad’ın mirasını gereği gibi değerlendirilmemesinin bence en büyük müsebbibi olarak duruyor. Eminim ki, bu hazine sandığı açıldığı zaman ülkemizde beklenen büyük kültür inkılâbı için gereken ateş yakılacaktır. STAR GAZETESİ NECİP FAZIL ÖZEL EKİ

  • SATIR ARASI

    "Milli Sinema hareketi, Türk Sineması'nın kendi köklerinden yoksun düştüğü bir dönemde mimli değerlere, milli bakış açısına dikkat çeken bir çabaydı. Vazifesini yaptı ve tarih sahnesinden çekildi. Ardından beyaz sinema aldı böyle bir kaygının yerini... O da fazla tutunamadı. Çünkü lafa kavrama takılı kaldı. Oysa asıl olan özü yaşatmaktı. Her nesil kendi diliyle gelir ve kendi kavramlarını kendi üretir. Şimdi de o özü hisseden pek çok sinemacı var ama artık onlar yeni bir dille konuşuyorlar."

    RESİMLER